Son yıllarda artan jeopolitik gerginlikler ve çatışmalar, dünya üzerindeki pek çok ülkeyi askeri hazırlıklarını gözden geçirmeye zorladı. Ancak Almanya, askeri kapasitesini güçlendirme gerekliliğine rağmen, bir savaşa hazırlıklı olmadığını resmen beyan etti. Peki, bu durumun arkasında yatan sebepler neler? Almanya neden bu kadar temkinli? Bu yazımızda, Almanya'nın askeri stratejisini ve hazırlanma düzeyini inceleyeceğiz.
Almanya, Avrupa'nın en büyük ekonomisine sahip olmasına rağmen, askeri harcamaları son zamanlarda beklenenin altında kaldı. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, hükümetinin 2024'te gerçekleştireceği önemli savunma harcamaları artışına rağmen, ülkedeki askeri güçlerin operasyonel yeteneklerinin yetersiz kaldığını belirtti. Bu durum, uzun yıllardır süregelen "barışçı dış politika" anlayışının bir sonucu olarak görülüyor.
Alman ordusu (Bundeswehr), bütçesindeki sıkı kısıtlamalar nedeniyle, modernizasyon projelerini tamamlamada zorluklar yaşıyor. Askeri araç gereçlerin bakımı ve yenilenmesi konusundaki eksiklikler, ordunun savaş gücünü önemli ölçüde etkiliyor. Almanya, NATO'ya karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda olsa da, mevcut durum, ülkedeki genel güvenlik anlayışını da sorgulattı.
Bunun birkaç nedeni bulunmaktadır. Öncelikle, Almanya'nın tarihinde savaşın getirdiği yıkımın önemli bir etkisi var. İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği travma, ülkenin militarizmden uzak durmasına ve askeri güç kullanımını minimize etmesine neden olmuştur. Bu tarihsel arka plan, Almanya için barışçıl bir dış politika izleme arzusunu beslemektedir.
İkinci olarak, Almanya’nın savaşa hazırlık düzeyi, ülkenin genel güvenlik stratejisi ile bağlantılıdır. Almanya, askeri harcamalarını artırmayı taahhüt etmesine rağmen, savunma sanayiinde ve operasyonel kapasitede gereken gelişmeleri hızlı bir şekilde sağlayamamıştır. NATO standartlarına ulaşmak, mevcut savaş araç gereçlerinin güncellenmesi ve yeni nesil savunma sistemlerinin entegre edilmesi gerekmektedir. Fakat bu süreçler, bütçeler ve zaman açısından zorluklar içermektedir.
Üçüncü olarak, Almanya'nın uluslararası politikaya dair yaklaşımı, askeri müdahaleden ziyade diplomasi ve diyalog üzerinedir. Ülke, mevcut askeri tehditle başa çıkmanın en etkili yolunun müzakereler yoluyla olduğunu savunmaktadır. Yine de bu yaklaşım, iç ve dış politikada eleştirileceği bir pozisyon oluşturabiliyor; zira bazı analistler, Almanya'nın yeterince güçlü olmayı geçiştirdiğini düşünüyor.
Son olarak, Almanya’nın enerji politikası ve kaynak bağımlılığı savaş kapasitesini etkileyen başka bir faktördür. Ülkenin doğu sınırlarındaki gerginlikler, Rusya-Ukrayna krizi gibi olaylarla daha belirgin hale geldi. Ancak enerji bağımlılığı, savaş durumunda yaşanabilecek stratejik zorlukları beraberinde getiriyor.
Almanya, karşılaştığı tüm bu zorlukları aşmak ve askeri kapasitesini güçlendirmek için uzun vadeli planlar yapıyor. Ancak mevcut durum, ülkenin iç dinamikleri ve askeri tarihsel mirasıyla birleştiğinde, kısa vadeli bir savaş hazırlığı için yeterince sağlam bir temel sunmuyor.
Sonuç olarak, Almanya’nın mevcut durumu, yalnızca askeri güç hazırlığı ile değil, aynı zamanda ulusal ve uluslararası politikalarında belirleyici bir etkiye sahip. Ülkenin savaşa hazır olmaması, sadece ordunun kapasitesinden değil, aynı zamanda geçmiş deneyimlerden ve gelecekteki stratejik hedeflerden kaynaklanıyor. Almanya'nın, global güvenlik dinamikleri içerisinde nasıl bir yol haritası çizeceği, bu bağlamda büyük önem taşıyor.